23 Ekim 2016 Pazar

Öyleyse aşk da biter

Sözlerde biter bazen....

Ya da konuşmak istemez insan...

Dert ağlatır , aşk söyletir....

Aşk biter sözler kaçışır sağa sola....

"Öyleyse aşk da biter" demeseydi şair, bitmeyecekti belkide ...

25 Ekim 2014 Cumartesi

Göbek eriten

Yatakta sol tarafına yatmayı severdi. O, sola döndüğü anda, koca göbeği de dağdan kopan bir çığ parçası gibi, sola doğru kayardı. Elini göbeğine koyar ,okşar, sever uykuya öyle dalardı. Yalnızdı. Göbeği ve o yatağın her bir yanını dolaşırdı sabaha kadar. O sağa döndü mü , hop göbecik de  sağa, sola döndü mü, hop göbecik sola. Düz yattığı zamanlarda daha bir bütünleşirler, dümdüz, bir olurlardı.  Koca tümseği saymazsak. Memnunlardı hallerinden aynaya bakmadıkları zaman. Aynaya baktıklarında ise birbirlerini tamamladıkları için, sevmeyi öğrenmişlerdi bu hallerini.

Bir sabah, yine her sabah ki gibi işe gitmek için hazırlanıyordu koca göbekli kadın. Bankada gişe memuruydu. İşi insan ilişkilerine dayandığı için bakımlı olmak zorundaydı. Bu durum kendini daha iyi hissetmesini de sağlıyordu. Yaptığı hafif bir makyaj güzel gözlerinin daha bir belirginleşmesini, yanaklarındaki şeftali tonlarındaki allık da , daha sağlıklı görünmesini sağlıyordu. Sağlığı iyi idi aslında ama teni soluk renkti biraz. Yeşil gözleri, soluk teninde iki elmas parçası gibi parlardı.

Giyinip, kuşanıp çıktı evden. İşe tam zamanında ulaştı her zamanki gibi. Mükemmeliyetçi bir kadındı. Her şeyin zamanında ve eksiksiz olmasını severdi. Bu yüzdende dakik ve özenli çalışırdı. Mesai başlamış ve banka her gün olduğu gibi kalabalıklaşmıştı. Müşterinin biri gidiyor biri geliyordu. Koca göbeğinden dolayı gelen giden yüzlerle pek ilgilenmezdi. Beğenmezlerdi onu. Öyle sanıyordu. O sadece işini yapardı.

O sabah; adam gişeye gelip işlemini söylediğinde, kulağında yankılanan melodik ses, koca göbekli kadının bir anda içinde bir şeyleri kıpırdattı. Şeftali rengi allıkla renklendirilmiş, soluk tenli yüzünü kaldırıp,yosun yeşili gözleri adamın gözlerini bulduğunda, içinde kıpırdayan şey yerini yürek çarpmasına bıraktı. Elektrik dedikleri şey tamda buydu işte. Yeni kurulan bir şirkette müdürdü adam. O gün şirket için hesap açtırmaya gelmişti. Bu da demek oluyordu ki, daha çok günler görecekti adamı. Hoşuna gitti bu duygu.

 Akşam eve döndüğünde hala bu hoş duygunun etkisi altında, zaman zaman adamı düşündü. Ertesi gün daha bir özenle giyinip kuşandı, daha bir özenle makyaj yaptı. Daha ertesi gün, daha ertesi gün, daha ertesi gün. Hep bir öncekinden daha bakımlı olmak istedi. Adam bankaya gün aşırı uğruyor, işlemini yaptırıp gidiyor, kadınla pek ilgilenmiyordu. Bir gece koca göbeği ile yatağa uzandığında, adamın onunla koca göbeğinden dolayı ilgilenmediği geldi aklına. Artık ayrılmaları gerekiyordu. O gece son olarak göbeğini sevdi okşadı, sola doğru yattı, göbeği de son olarak onunla beraber sola kaydı. Uyudular.

Günler geçtikçe koca göbek yavaş yavaş erimeye başlamıştı. Adam bankaya gelmeye, kadında adamın onda yarattığı hoş duygularla heyecan duymaya devam ediyordu. Bir kaç mesai arkadaşı durumu biliyordu. Öğlen yemeği sohbetlerinde söz açılmıştı bu durumdan. Adama bir de isim takmıştı mesai arkadaşları.
Göbek eriten.
Aylar sonra bir sabah göbeği ile tamamen ayrıldıklarını fark etti kadın aynaya baktığında. Gülümsedi içi biraz cız ederek. Her ayrılık insanın içini cızlatır. Giden göbek bile olsa. Yeni bir iş günü, yeni bir başlangıç olacaktı göbeksiz kadın için. Göbek eriten, o günde geldi bankaya. Yanında kısa boylu, koca göbekli bir kadınla. Gişeye yanaştı.
"Eşim" dedi.
"Ona da bir hesap açtırmak istiyorum "




15 Ekim 2014 Çarşamba

Facebook

Facebook sevgililerim  var benim. Sevgilim değil sevgililerim , evet. Eminim sizinde vardır. İnkar etmeyin. Vardır ama farkında değilsinizdir. Çünkü siz onu sevgili olarak görmezsiniz. Oysa o sizi sevgili bilmiştir, sarıp sarmalamıştır yüreğinde. Gözü her sabah sizi arar. Bugün ne paylaştı , ne yaptı, nereye gitti, ne giydi, ne yedi, hangi müziği dinledi. Fotoğraflarınızı baştan sona ezberlemiştir. Günde kim bilir kaç kere açar bakar. Ve günde kim bilir kaç kere kendini sizin yanınıza koyar. Sessiz ve derinden izler sizi. Beğeni yapmaz anlaşılmasın diye. İlgilendiğini belli etmez, edemez. Oysa her paylaştığınızı beğenmek ister yüreği.  Zordur durumu ama bir o kadarda mutlu eder onu. Çünkü hesapsız , çıkarsız , beklentisiz bir sevgidir bu. Platonik gibi ama  değil. Erişmek istemez size çünkü. Ulaştığında büyü bozulacaktır. Bilir bunu. Paylaştığınız şarkıları üstüne alır. Ona gönderme gibi algılar, çünkü öyle olsun ister. Mutlu olur böylece. Mutluluk alışkanlık yapar insanda. Doz be doz artmak ister. Günler bu mutlulukla ilerler gider. Kimseye bir zarar olmadan sürer bu ilişki.  

Ve gün gelir bir gün hesabınızı kapatır, tüm sevgililerinizden bilmeden ayrılırsınız.

9 Ekim 2014 Perşembe

Lahana turşusu

Bir sürü kitap okuyorum. Ama görüyorum ki okuduklarım bir gözümden giriyor , diğerinden çıkıyor. İnsan okuduklarından hiç mi ders almaz . ?  Denenmişi denemek için sürekli ısrar edip, okuduklarını unutup aynı hatalara tekrar tekrar kucak açar mı ? Bu kadar kucaklaşma isteğin varsa , bir kedi kucakla mesela. Mırıl mırıl mırıldasın hiç değilse kollarında. Bırak denenmiş hikayeleri kim alırsa alsın koynuna. Sen mırıldamana bak, yani kedi mırıldasın sen ona bak. Yada kedi ile mırıldaşın durun. Kısacası mırıl.

Hatta daha da kısası mır....


Bir kitabı kaç kere okursun ? Çok beğendiysen en çok iki kere. Üçüncü bayar adamı. 


Bir hikayeyi kaç kere yaşarsın ? 

Üç
Dört
Beş
Altı 
.
.
.
Aynı hikaye, aynı adam, aynı kadın, aynı başlangıç , aynı son. 
Biliyorsun hepsini ama aynı sen.
Peki bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. 

Ne demekse ?

22 Eylül 2014 Pazartesi

Yalan

Sularını düzenli olarak verdiğimde bana gülümseyen çiçeklerim var benim. Siz inanmazsınız. Yalan değil oysa.  Belki görmüşsünüzdür güldüklerini kiminiz. Görmeyene anlatmak zor ,yaşamak lazım. Gülmeleri içinde onları yaşatmak. İçlerinden biri, tam su verirken ,yapraklarından birini oynatır her zaman.
"Heyy selam güzel kadın, teşekkür ederim " der.
Güzelden kastı fiziki güzelliğim değil, onu sevdiğim için güzelim.Sevgilide öyle değil mi ? Seversen güzelsindir. Gözlerin ışıldar. Bazı şeyler gözden kaçmaz. Yalandan seni seviyorum dersen göz ele verir seni. Parlamaz o zaman. Boşa sevdiğinin gözünün içine bakmaz sevenler. Ve yalandan seviyorum demişseniz sevdiğinize ve parlamıyorsa o anda gözler, bir daha ayaklarına kapansanız inandıramazsınız. İnancını yitirmiş bir sevgiliyi ne zordur ikna etmek.

Artık evin içine sığmayan çiçeklerin bir kısmını kapının önüne koymak zorunda kaldım. Bu kadar duygusal olmamak lazım ama onları oraya koyarken, sanki evden çocuğumu kovar gibi üzüntü duyuyorum. O kadar çoklar ki, komşu dairenin kapısına kadar ulaştılar. Allah'tan komşu pek evde değilde sorun olmuyor. Üstelikte yalnız yaşayan bir erkek. Erkekler çiçeklerden anlamaz. O da çiçekleri  görmüyor bile girip çıkarken sanırım. Komşunun sevgilisi de görmüyor anlaşılan. Bazı kadınlar da çiçek sevmez. Komşunun sevgilisi var evet. Bu da çiçek sevmeyen kadınlardan herhalde. İşime geliyor tabii. Sevgilisinin bu evde kalmaması da işime geliyor. Yalandan "günaydın " demeyi sevmiyorum çünkü. Kadın ara sıra bana yalandan " günaydın " diyor . Cevap vermek zorunda kalıyorum yalandan. "Günaydın"

Geçen gün çiçekleri suluyorum. Komşunun kapısına yakın olanları. Adamın sesi geliyor. Telefonda birisi ile konuşuyor. Dinledim. Evet alenen kulak verip dinledim. Yok, yok kapıya dayamadım kulağımı. Adam o kadar yüksek sesle konuşuyor ki, ona gerek kalmadı.
_ Sevgilim beni yanlış anlamışsın. Ben öyle demek istemedim.
Çiçeklerde duyuyor konuşmayı. Kahkahalarla gülüyorlar.
_ Aşkım, hadi gel lütfen. Yapma ama böyle. Ben seni çok seviyorum.
Çiçekler hep bir ağızdan bağırıyor, "yalannnn, öbür kadına da aynı şeyleri söylüyor"
_ Bak yanıma gelince sana bi sarılacağım, kemiklerini kıracağım kız senin.
Çiçekler yine bağırıyor " öküzzzz"
Çiçeklere sessiz olmalarını tembih edip, sese verdiğim kulağımı geri alıp, parmaklarımın ucuna basa basa  eve döndüm. 

18 Eylül 2014 Perşembe

Koca fil

"Üşüyorum" dedi kadın.

"Isıtırım ben seni" dedi adam.

"Yorgunum" dedi, sırtını adamın göğsüne yasladı kadın.

"Burdayım" dedi adam.

Sustu kadın. Gözlerini kapatıp kendini huzurun kollarına bıraktı. "İyi ki varsın " dedi içinden. Koca bir filin kollarına emanet etmişti kendini, artık hiç bir şeyden korkmasına gerek yoktu.

21 Haziran 2014 Cumartesi

Depresif sözler

Huzuru kaçar mı insanın ? Kaçar.  Hem de arkasına bile bakmadan kaçar. Sormaz bile, ben yokken sen ne yapacaksın diye. Gözünü açarsın, güne günaydın dersin ama bir başkadır o gün, leziz değildir. Kafanı tekrar yastığa koymak istersin,  bir de bakarsın yastık kafanın üstündedir. Devekuşu misali, kimse görmesin, kimse bir şey demesin istersin. Diyenlere de , "gidin başımdan uyuyacağım!!" ile başlayan en kibar sözler çıkar ağzından bir anda. O dakikadan itibaren, sussalar suç, konuşsalar suçtur artık. Yine o dakikadan itibaren başlar tüm alınganlıklar, onunla beraber gelen kaprisler.

Yakın çevren huysuz ve huzursuz olduğunu anladığı anda el ayak çeker senden. Bulaşsa, bulaşık teline dönecektir kafası. En iyisi huzurun peşinden gidip senden uzaklaşmaktır. Etrafında sataşacak kimse kalmaz kapris oklarının hedefi olacak. Kendine yeni hedefler ararsın oklarını fırlatmak için. Acımaya da başlamışsındır kendine. Üstelikte küsersin; kalana da , gidene de. Bakarsın gün böyle geçmeyecek. Toparlanır çıkarsın yataktan.

Avunmak için semt pazarına çıkarsın. Dolaşırken ,enginarlara takılır gözün. Tanesi üç lira. "Yuh be kardeşim bu kadarda olmaz ki" der gözlerin, fal taşı gibi açılarak. Gözlerinden korkan enginarcı iki buçuk liraya razı olur anında. Gözün altıncı enginarda kalmıştır ama beş tane ver dersin. Kar kardır hani. Bi tane az yesem n'olur. "Abla altı tane vereyim onbeş lira ver" der bay enginarcı. Dünden razısındır. Tamam dersin ama lafı da şak diye yapıştırırsın enginarcının kulağına; " zaten onbeş lira yapıyor , sanki bu sözünle indirim yapmış gibi davranmak neyin nesi. " Depresif sözler başlamıştır. Hedefi bulmuş ve okları bir bir savurmaya başlamışsındır. Vır vır vır söylenir, enginarcının canını sıkarsın. "Al ablacım bir tane de benden olsun " der sonunda enginarcı bey. Huzurum kaçtı benim diyemezsin, kaprisliyim, alınganım, kırılganım ben enginarcı bey de diyemezsin. Yok istemem deyip kaprisini de ortaya koyarsın oracıkta. Enginarcı ısrar eder, "abla lütfen al, içimden geldi" . Hayır istemem der döner kıçını yürür gidersin. Hala seslenmektedir arkandan " abla , gel abla " diye. Önce " nasıl da güzel alınganlık ve kapris yaptım" gibilerden yürürken bir anda dank eder kafan " oha yani, pazardaki enginarcıya bile kapris yaptıysan durum çok kötü"  , adımlarını korkuyla hızlandırır, hem kendinden hem de pazardan kaçarsın.

11 Nisan 2014 Cuma

Tsunami

Bile isteye bozdum huzurumu. Karar vermem gerekiyordu. Her şeye evet, haklısın demekten sıkıldım sanırım. Üstelikte sürekli aynı şeyle itham edilmem de artı sıkıyordu canımı. O da , ben de haklıydık aslında. Ortak bir kararda bulunamıyorduk. Birbirimizden de vazgeçemiyorduk. Ne kadar zordayız bir bilseniz. Benim sürekli içim acıyor. Onun acıyor mu bilmiyorum ama dengesi bozuluyor sık sık. Ya uzaklaşıyor ya da fazla yakınlaşıyoruz.  Biz sürekli gel-git yaşıyoruz. Bir gün bir tsunami bizi kendimize getirecekti..

Kendi sözlerimi söylemek istiyordum artık. Ne der, ne tepki gösterir diye düşünmek istemiyordum. Şimdiye kadar yanlış yapmıştım. Sözlerimi içimde mırıldanmıştım hep, benim bile duyamayacağım  kadar alçak sesle. Şimdi gür çıkıyor sesim. Hem ben duyuyorum, hem o duyuyor. Bozuldu dengemiz daha da çok. Her hamlede karşımızdakinin ne yapacağından, ne diyeceğinden son derece eminken, şimdi ne olacağı meçhul.

Ona defalarca ,uzunca bir süre beklemesi gerektiğini söylemiştim. Beklerim demişti. Ama artık beklemek istemiyordu. Haklı.

Ona defalarca zamanın belirsiz olduğunu söylemiştim. Sorun değil, yeter ki bir gün olsun demişti. Ama artık o sözlerinden caymıştı. Haklı.

Ona hep "haklısın"  dedim. Ama  artık sözlerimden caydım. Ben de haklıyım. Çünkü ona hiç bir zaman yapamayacağım şeyleri vaat etmedim ben. Haklıyım.

Hayat insana her istediğini vermiyor ne yazık ki. Verdiği şeyleri de bir gün geri alabiliyor. Aslında hiç bir pürüz yoktu o gün. Her şey yolunda, her zamanki modunda , keyfin doruğundaydık ben konuşana kadar. Konuştuğumda ise her şey sulara gömülmüştü. Şimdi bir batık gemiyiz, tsunaminin ardında kalan.

Şimdi tsunami zamanı.... İlk kez ona umutsuzluğumu söyledim. Hiç bu kadar umutsuz olmamıştım . Hep umudum vardı. Hep umut etmiştim en azından. Kaybettim.

Artık hiç bir şekilde umudum yok. Gel-git yok artık. Kıyılar gibi, anılar, biz, her şey sular altında kaldı. Her şey yerle bir oldu.

1 Mart 2014 Cumartesi

İki kadın bir adam


Uzakta bir yerlerde bir adam dün gece uykusunu alamamış. Uzakta bir yerlerde bir kadın bunu duyunca; acaba uzaktaki adam hasta mı diye düşünmüş. Uzakta bir yerlerdeki bir başka kadın tüm bunlardan habersizmiş. Uzakta, yakında , orda, burda, şurda, bu yazıyı okuyan kadın ve erkekler , uzaktaki adamın uyuyamadığını, bunu duyan ve duymayan iki kadın olduğunu anlamışlar.

19 Şubat 2014 Çarşamba

Kadın

Birbirlerini tanıyalı henüz çok kısa bir süre olmuştu. En şık giysilerini giyip, saç, sakal, tırnak, diş bakımlarını yapıp buluşuyorlardı. Adam cebindeki paranın yetebildiğince en güzel mekanlara götürüyordu kadını. Kadın çok hoşnuttu bu durumdan. Uzun zamandır bu kadar güzel yerlerde bir şeyler yiyip içmemişti. Hatta geldiği ülkede böyle güzel yerler dahi yoktu. Olsa da gidebilecek paraları yoktu. Aslında adam da öyle. Çünkü onunda  bu tür yerlere sık sık gidecek gücü yoktu. Hani yiğitliğe bok sürmemek vardır ya, o da tüm parasını kadın için harcıyordu, sırf yiğitliğe bir şeyler bulaşmasın diye.
Kadının başını sokabileceği bir eve ihtiyacı vardı. Paraya da. Kendi ülkesinde evlense aynı sefaleti yaşayacaktı. Buradaki en kötü şart bile onun için lükstü. Adam sevmişti kadını. Kayıvermişti gönlü, bu ufacık, minicik kadına. Kadın sevmek zorundaydı adamı.
Evlenmeye karar verdiler yine kısa bir zamanda. Gelinlikler içinde çıtı pıtı kadını daha çok sevdi adam. Nikah masasına giderlerken , heyecanla, aşkla tutuyordu elinden. Kadınsa orada bulunan akrabalarına, hemşerilerine; işte budur, sonunda başımı sokacak bir ev, beni el üstünde tutacak bir adam buldum diye kasım kasım kasılarak gidiyordu masaya. Kadının gururlu dik duruşunu daha çok sevdi adam.
İlk danslarını yaparken gözlerinin içinde kayboluyor, dudaklarını her an bir yere nokta koymak için aşkla yaklaştırıyordu adam. Davetlilerden utanıp kendine çeki düzen veriyordu. Kadın sürekli gelinliğini , duvağını düzeltiyor, bana kimler bakıyor diye kolaçan ediyordu akrabalarını. Adam kadının ayağına basıverdi aniden. İlk kavgalarını o anda ettiler. Adamın yüzü kızardı yaptığından, içi kaydı, daha da çok sevdi koruyup kollayacağı mini minnacık kadını.
Kadın; adamı sevmek  zorundaydı.

9 Şubat 2014 Pazar

Ağlayasım geldi

Pijamalarımı giyip, çayımı da yanıma aldıktan sonra, uykudan önce biraz keyif yaparım dedim. Çayla ne kadar keyif yapılırsa artık. Dizime de laptopumu aldıktan sonra sayfalar arasında dolaşmaya başladım. Başladım ama aklımda da bin bir tilki dolaşmakta. Neden bin bir acaba. On tanesi bile benim aklıma yetebilir oysa.
Tilkilerden birincisi yüksek sesle bağırdı.
Ne halt edeceksin şimdi.
Üçyüzellinci tilki de aynı anda bağırmaya başladı.
Çek kapıyı çık git, kimseye de bir şey söyleme.
İkiyüzyirmisekizinci tilki can evimden vurdu.
Cebinde paran mı var ?
Elliyedinci tilki atladı hemen.
Salaklık parayla mı ? Tüm paranı başkasına vermenin ne alemi vardı.
Dokuzyüzdoksandokuzuncu tilki sinirle bağırdı.
Ölmeden önce tüm paranı ye bence. Kimseye bir şey kalmasın.
Tam binbirinci tilki söze başlamıştı ki kapı çaldı. Önce tek bir tık. Bu saatte kim olabilir derken ikinci tık , arkasından tık tık tık. Kim geldi acaba bu saatte diye diye kapıya yöneldim, terliklerimi sürüye sürüye.
Açayım mı ?
Peki.
Kapıyı açtım.


Ağlayasım  gelmiş.

4 Şubat 2014 Salı

Sana ne ulan pislik !

Gözlerim geceden uykusuz kalmış bir şişlikte , sabahın körüne uyandı. Uyudum, uyandım. Sonunda sabahın körüne uyandım. Uyanır uyanmaz başımın ağrısını dinledim. Geçmişti. Bu iyi. Yola koyulmam gereken bir sabahtı. Eski dostlarımla sabah kahvaltısı yapacaktık. Dost mu ? Ne yalancıyım. Ondan dost olmayacağını , arkadaşlarım kafama vura vura anlatmıştı bana. Uzak dur bu kadından, bu kadın fena diyordu bir arkadaşım. Diğeri ise kıskanç bu kadın, seni  çekemiyor  ve sana her türlü kötülüğü yapabilir diyordu. Çok uzunca  bir zaman anlamamıştım. Ben ona ne yaptım ki, ya da ben ona ne yapıyorum ki, neden bana kötülük yapsın diyordum. Bu kadar saflık ancak zeytinyağında falan olur sanırım, bir de bende. Sonunda o kadının ne olduğunu canım yana yana anladım. Aynı erkeği sevince insan, her şeyi yapabiliyormuş. Sana bi çamur atarım , görürsün bile diyen bu kadınla sonra yavaş yavaş görüşmeleri azaltmaya başladım. Şimdi yılda bir kere "eski dost" havasında buluşuyoruz. Ağzımdan laf amayı çok seviyor. Biraz akıllandım ya , artık açık vermiyorum. Yine de bazı salaklıklar yaptığım olur, hala saf tarafım var. Bu sabahta buluştuk, konuştuk. Bir ara mağaza gezdik. O sırada bana yine olmadık bi laf etti. Diyemedim bir şey. Yanımızdakilerin tadı kaçsın istemedim. İçim şişti.

                                   Sana ne ulan pislikkkk !!!!

3 Şubat 2014 Pazartesi

Köşeyi dönsem ölüm

Karar vermek zorunda olduğun bir andaysan eğer, kilitlenir kalırsın. Oysa bir gece önce ; bu son, artık bunu yapmayacağım, ona taviz vermeyeceğim, bu işe bir nokta koyacağım diye gayet kararlı sayıklamışsındır. Uykunda ya da uykusuz. Ne olurda sabah gözünü açtığında kendini , cıvık bir hamur modunda yayılmış olarak bulursun. Değişen nedir ? Bırak noktayı, virgül koymak istersin alenen. Bir kedi şımarıklığında sevildiğin anlar aklına gelir. Bu seferde kedi modunda yayılmaya başlarsın. Sevgiye aç olmak mı bu ,yoksa acısını tatlısını sevmek mi. Geceden sabaha bu kadar çabuk mu unutulur kızgınlıklar ?

"Köşeyi dönsem ölüm, düz gitsem hayat " der devam edersin.

"Günaydın bebişimmm .. "

Yürümek

Yürüyüp gitmek geldi içimden. Sanki hiç olmamış gibi, hiç tanışmamışız, hiç sevmemiş, hiç sevişmemişiz gibi. Dönüp arkama bir kez bile bakmadan yürüyüp gitmek. İçimden geldi de ayaklarım yürümedi işte.

22 Aralık 2013 Pazar

Sustum söylenecek çok şey varken

Öylesine sözler söyleyen biri için bazen susmak zamanıdır. Oysa ; sen susarsın, yüreğin susmaz, sen unutursun, yüreğin unutmaz, sen gülersin, yüreğin ağlar. Hepsi her zaman olmaz elbette ama sen susmak istersin bazen işte. İstemesen de susarsın bazende. Çünkü söylenecek o kadar çok şey vardır ki aslında, korkarsın söyleyeceklerinden belki de .

Öylesine sözler söylerim ben. Gider birini bulur sözlerim . Yüreğine dokunur birinin, gelir o beni bulur. Gün gelir, susmak zamanı geçer mevsimler gibi. Yeniden dillenir duygular. Yeniden baharlar yakalar seni. Yeniden seversin eski ya da yeniyi. Ama hatırlarsın daima en eskiyi. Her şey daha da eskimiş yıpranmıştır. Değişime uğramıştır. Ürperir vücudun bir anda, elini tuttuğun, yüreğine dokunduğun  eskirse bir gün , daha da eskir yıpranırsa diye sancır yüreğin. Oysa "o an" kaçmıştır düşünürken sen bunları. Ve aşk "o anda" gizlidir .

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Sahne ışıkları

Mumlar vardı yerlerde minicik. Her yer karanlıktı. Geç girmiştim salona. Boş bulduğum koltuğa oturdum. Grup halinde gelmiştik oysa. Koltuklarımız yan yana olmalıydı ama ben ayrı düşmüştüm sürüden. Şimdi beni kurt mu kapacaktı ? Adın anons edildiğinde alkış yükseldi salonda. Çok da iyi oldu. Yoksa yanımdaki kalbimin sesini duyacaktı. Alkıştan önce ben arka koltuktakinin sesini duydum. " Bu da kimmiş bakalım. " Diyemedim ki "o benim çok şeyim.. "
Mum ışıkları içinde geldin sahneye. Sonra ışıklar yandı. Tüm salonun ışıkları yanmalı. Öyle seversin. Performansın sona erdiğinde salonu selamlamaya başladın. Orta sıralarda bizim grubu gördün, tepkisiz gözlerin o anda çatılan kaşlarınla verdi tepkisini. Ben yoktum grupta. Asık yüzünle salona göz gezdirip beni aramaya  başladın. Güldüğündeyse yine gözün değmişti gözüme. İşaret parmağım dudaklarıma dokundu ve yüreğimin en derin yerinden yolladı sana selamımı.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Sus

Kendime sus dedim. Susmadı. Bağırdım " sus" dedim. Yine susmadı. Susturamadım kendimi. Konuştu durdu sıcak suyun altında gevşemeye çalışırken. Dinledim mecburen.
"Arama, neden arayacaksın ki ? Seni istese seni ekmezdi. "
"Belki benimle bir arada olmak ona acı veriyor "
"Hayır, hayır bile isteye çağırdı, sonra da vazgeçti. Arama"
"Nerede "" seni istiyorum"" diye bağıran insan. ? "
"Konuşacağım en ince ayrıntısına kadar, suskunluk nereye kadar. Sustuklarımı anladı mı acaba ?"
"Telefonu kapatayım, bulamasın beni bir daha."
"Onsuz olmak mı istiyorsun ki? Hayır "
Duştan çıktığımda hala konuşuyordu. Kaçtım kendimden.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Yoksun

Gecenin sessizliğinde haykırdı yüreğim. Sızladı. Elimi yüreğime koydum. Yoktun. Nerdesin. Bi sigara yaktım. Pis koktu oda. Dumanın grisinde odaya sızan ışık parladı. Çıplak ayaklarıma takıldı gözüm. Kemikli, ince uzun. O an tekrar seni düşüme aldım. Soğuk ayaklarımı bacaklarının arasına aldığın gibi. Isıttım düşümü. Düşümden düşler ürettim. Ta ki sigara parmaklarımı yakana kadar. Düşümde  yandı o anda. Elim hala yüreğimdeydi. Yoktun.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Gözün değdi gözüme

Oysa ne çok kızgındım sana yine yapamadım. Aslında yapmadım. İstesem yapardım. İşim var derdim. Demedim. Çünkü istemedim. Neden diye sorsan cevabım yok. Benim dışımda gelişiyor sanki olaylar. Sessizlik nereye götürüyor bizi. Ufacık bir ses olsa çığlıklar yankılanacak sanki. Hiç bilmiyoruz birbirimizin tadını. Mesela nasıl olurdu seninle film izlemek. Nasıl olurdu sokaklarda el ele yürümek. Aynı kaptan yemek yemek mesela. Ya da senin için bir şeyler pişirmek. Nasıl  olurdu karşıdan karşıya geçerken arabalar arasında, onun değil de benim elimi tutsan. Tek yapabildiğim gözlerinin  içine baktığımı görmen için gözlüğümü çıkartmak oldu. İşte o anda gözün değdi gözüme.